Dışarıda patlayan havai fişekler mi daha gürültülü, yoksa içimizde susturmaya çalıştığımız o büyük boşluk mu?
Takvim yapraklarının sonuncusu dalından düşmeye hazırlırken, etrafımız amansız bir ışık seline kapılıyor. Şehirler süsleniyor, vitrinler "mutluluk" vaat eden paketlerle donatılıyor.
Peki, nedir bu telaşın asıl kaynağı? Sadece bir rakam değişirken neden içimizde hem devasa bir boşluk hem de adını koyamadığımız bir huzursuzluk hissediyoruz?
Bir yıl daha ömrümüzden sessizce eksilirken, gerçekten mutlu olduğumuz için mi bu hazırlıkları yapıyoruz, yoksa sadece "mutluymuş gibi" yaparak gerçeğin soğuk yüzünden mi kaçıyoruz?
Aklımda deli sorular var... Bu parıltılı süslerle aslında hangi boşluğu doldurmaya çalışıyoruz?
Neyi kapatıyoruz?
İnsan, doğası gereği bir umuda tutunmak istiyor ama bugünün dünyasında yeni yıl telaşı, sanki içimizdeki o anlam kırılmasını örtmeye çalışan eğreti bir maske gibi duruyor. Işıltılı vitrinlerin arkasına neyi saklıyoruz?
Belki gerçekleştiremediğimiz hayallerin sızısını, belki de geçip giden zamanın telafi edilemezliğini...
Çünkü biliyoruz ki zaman, hem bir göz kırpması kadar kısa hem de koca bir ömrü yutacak kadar derin ve acımasız. Bu belirsiz zaman diliminde nereye koşuyor, nerede duruluyoruz?
Modern hayat bizi sürekli bir "yetişme" telaşına sokarken, durduğumuzda koca bir boşluğa düşüyoruz. İşte tam bu noktada sormadan edemiyorum: İçimdeki acıyı dindirmeye sadece bir takvim yaprağının değişmesi yeter mi?
Mevsimler dönse, yıllar değişse de insan kendi içindeki o kışı bir gecede terk edebilir mi?
Sahi, yıl yenilenirken insan da yenilenir mi?
Bu soruların ağırlığı altında ezilirken, dışarıdaki kutlama neşesi çok daha ağır bir tezat oluşturuyor. Dünyanın bir ucunda insanlık onuru ve yaşam savaşı verilirken, diğer ucunda patlayan havai fişeklerin görkemi ne kadar manidar, değil mi?
Vicdanımızda bu sızı dururken, hangi sahte neşe o büyük yarayı kapatabilir? İnsanlık büyük trajedilerle sınanırken gösterdiğimiz bu telaş, hangi boşluğun dışavurumu?
Yeni yıl aslında bir boşluğu doldurmaz; o boşlukla yüzleşmek için bize sadece bir durak sunar. Eğer ruhumuz aynı eskilikte, vicdanımız aynı uykudaysa; geri sayımlar sadece birer gürültüdür. Dünya bu kadar yaralıyken biz sadece takvimi mi değiştiriyoruz, yoksa o takvimin içinde nefes alan "kendimizi" mi ?
Unutmayalım ki gerçek yenilenme, takvimin rakamlarında değil; insanın kendi içindeki o sessiz devriminde, kalbin uyanışında başlar. Yoksa takvimler ne kadar değişirse değişsin; ruhu eskiyenlerin tesellisi
olmaz.
Sonuçta; 365 gün boyunca taşıdığımız o ağır yükleri, bir gece patlayan havai fişeklerin dumanına karıştırıp yok edebileceğimize inanmak da modern zamanların en görkemli masalı değil mi?
İyi uykular, güzel rüyalar...
Nasıl olsa sabah yine "eski" kendimize uyanacağız.